Ford v Ferrari: Düşmanını Yendiğinde Anlayacaksın Asıl Düşmanın Kim Olduğunu


Öncelikle yazıyı okumaya hevesinizi arttırmak için baştan şu bilgiyi vereyim: Araba veya araba yarışı sevmiyorsanız bile bu filmi zevkle izleyebilirsiniz.

2019 vizyon takviminde dikkatimi en çok çeken işlerden birisi bu filmdi. Arabalardan ya da araba yarışlarından çok anlamasam da hem oyuncu kadrosu, hem de konusu çok ilgimi çekmişti ancak maalesef vizyonda izlemeye fırsat bulamadım. Hala buna çok pişmanım zira bu filmi sinemada izlemek aşırı keyifli olurdu.

İflasın eşiğindeki Ford'un çıkış yolu olarak gördüğü araba yarışlarındaki birincilikler için Ferrari'yi satın almak istemesi ve çok feci şekilde reddedilmesiyle gelişen olayları anlatan filmde sevdiğim pek çok öğe var. Öncelikle Ford ekibinin Ferrari nefretiyle giriştikleri iş çok kısa bir sürede onları geçecek bir yarış arabası yapmalarını gerektiriyor. Bu bölümlerde biraz Devrim Arabası ile aynı hisleri alıyorsunuz. Her ne kadar Ford bu işi çok önemsiyor olsa da yönetim kadrosunda işlerini baltalayan pek çok unsur var ama bu iş tam olarak araba yapımı üzerinden yürümüyor. Burada da devreye Cristian Bale'in canlandırdığı Ken Miles karakteri devreye giriyor ki bu da benim filmlerde sevdiğim başka bir unsur; İstenmeyen adam. Hani konu ne olursa olsun böyle bir karakter olur ya hep, işinde çok iyidir, ondan başka birine verseniz başarıyı riske atarsınız ama adam saatli bomba gibidir, ne yapacağı belli değildir, bu yüzden özellikle yönetim tarafı onu pek sevmez ama o da hırsından hem daha çok ters gider. Ken Miles bu noktada projenin baltalanma kapısı oluyor çünkü hepimiz biliyoruz ki bir başarı elde etmek için oluşturulan bir ekipte bile kimse %100 serbest değildir.



Evet şimdi elimizde bir düşmanımız var, bir amacımız var, bu amaç için oluşturduğumuz çok iyi bir ekibimiz var, ekip ve yönetim kadrosu arasında gerilim unsurumuz var. Geriye ne kaldı? Tabii ki istenmeyen adamı sonuna kadar koruyup kollayacak bir ekip lideri. O da Matt Damon'ın canlandırdığı Carroll Shelby karakteri. Hem yönetim ve ekip arasındaki dengeyi sağlayan, hem ekibini yönetime karşı kollayan, başarıyı getiren hamleleri yönetim kararlarına rağmen gerçekleştiren vizyoner kişi.

İyi bir hikaye için en azından benim sevdiğim bütün unsurlar mevcut yani işin senaryo, hikaye kısmında hiçbir sıkıntısı yok bence bunun en güzel sebeplerinden birisi gerçek bir hikayeden uyarlanmış olması, hikayenin aslını bilmediğim için ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek bilmiyorum ama bu tip uyarlamaların dinamiğini her zaman daha güçlü buluyorum. "En iyi senaryoyu hayat yazar." görüşüne sonuna kadar katılıyorum yani.

Filmin aksiyon kısmına gelirsek her ne kadar araba yarışlarına bir ilgim olmasa da filmlerdeki yarış sahnelerinde çok heyecanlanıyorum. Bizim İçin Şampiyon'u izlerken de gerçek bir yarış izliyor kadar heyecanlıydım. Film zaten size yarış kurallarını bilmeniz gerektiği kadar anlatıyor. izlerken bir zorluk çekmiyorsunuz o yüzden yarış kurallarıyla alakalı. Yarış sahnesi özellikle Ferrari ile birebir mücadelede çok güzel çekilmiş, atmosfer çok güzel seyirciye geçirilmiş. Sinemada izlemediğime pişman olduğum nokta da aslında burası. Bu aralar fazlasıyla moda olan yeniden gösterime sokma işi Ford vs Ferrari'de de geçerli olur mu merak ediyorum.

Filmin gerilim noktası çok fazla, öncelikle aracı yapabilip yapamayacakları konusu var sonra Ken Miles'ın yönetim ile arasındaki sorunun nelere yol açacağını merak ediyorsunuz ancak bunun dışında sürpriz bir gerilim unsuru daha var. Sürekli taze tuttukları ama asla göze sokmadıkları bu gerilim unsuru çoğu zaman diğerlerinin çok gerisinde kalıp aklınıza bile gelmiyor ve bir anda filmin patlama noktası oluyor.

Oyunculuklar genel olarak çok başarılı, kişileri çok tanımadığım için benzeyip benzemedikleriyle alakalı bir yadsıma yaşamadım. Enzo Ferrari'yi canlandıran Remo Girone az sahnesinde çok üst düzey bir performans gösteriyor. Leo Beebe'yi canlandıran Josh Lucas ondan nefret etmeniz için elinden geleni yapıyor. (Pek çok yerde kendisine baya sağlam küfür ettim.) Başrolleri paylaşan Matt Damon ve Christian Bele zaten filmin en büyük iki silahı.

Şimdi bakalım bu şahane film Türkiye'de neler yapmış? Öncelikle ben senenin başında hafta hafta vizyona girecek filmlere bakıp kendime bir izleme listesi çıkartmıştım, bu filmi de not etmiştim ancak bunu yaptığım halde beni heyecanlandıracak bir tanıtımla karşılaşmadım. Bu kadar büyük bütçeli bir yapım, bu kadar iyi oyuncu kadrosuyla ve çok ilgi çekecek konusuyla Türkiye'de sadece 106 bin 680 kişiye ulaşabilmiş ve 7 haftada vizyonda kalmış ancak 227 salonla giriş yaptığı haftadan sonra 61 salona düşmüş ve kalan 5 haftada da salon sayısı düşerek devam etmiş. O hafta ne oldu da ilk haftasında 72 bin gibi fena sayılmayacak bir seyirciye ulaşan filmin salon sayısı bir anda düştü derseniz Recep İvedik vizyondaki 3. haftasında ve Cep Herkülü:Naim Süleymanoğlu ile Karlar Ülkesi II filmleri vizyona girmiş. Yani filme gelebilecek seyircinin bir kısmı zaten az olan çocuklarının çok sevdiği Karlar Ülkesi'ni tercih etmek durumunda kalmış, bir kısmı ise hiç riske girmeden Recep İvedik ve Cep Herkülü filmlerine gitmiş.

Salon sayısı ile beraber seyirci sayısının düşmesi zaten sürpriz değil. Hele ki 200'lerden bir anda 60'lara sonra 10'lara düşen bir filmin seyirci sayısını arttırabilmesi imkansız. Burada salonlar talebe bakar ve bu talep yaratma işinde de başta söylediğim gibi tanıtımın yapılmamış olması çok büyük eksiklik. Normal şartlarda bu film çok rahat 1 Milyona ulaşırdı ancak vizyon tarihi iki güçlü yerli filmle ve çok güçlü bir animasyon filmle çakıştı. Bunun yanı sıra hala vizyonda olan, 7. haftası olmasına rağmen Ford vs Ferrari'nin toplam seyircisinden daha çok seyirci toplamış bir 7. Koğuştaki Mucize var. Daha kötü bir vizyon tarihi seçilemezdi.  Bütün dünyada hemen hemen aynı tarihlerde vizyona giren film muhtemelen Marvel, DC gibi dünya devi rakiplerini düşünürken yerelde çakıldı.

Biraz Türkiye'deki PR beceriksizliğinin kurbanı olarak, biraz yanlış zamanlamayla bir de başarısız Türkçe ismiyle (Asfaltın Kralları) vizyonda gümbürtüye giden bu filmi en yakın zamanda izleyin. (Korsana teşvik ettim ama yakında Netflix'e ya da Google Filmler'e de düşer nasılsa.)

Ps: Ben bu yazıyı bir kaç gün önce yazıp taslaklarda süründürmüştüm, bu arada film Oscar'da En İyi Film dalında aday oldu. Saçma bir şekilde En İyi Erkek Oyuncu dalında iki şahane oyuncuya rağmen adaylık alamamış, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında da esamesi okunmuyor. Kurgu, Ses Miksajı ve En İyi Ses Kurgusu dallarında da adaylıkları var ancak yönetmen, senaryo gibi dallarda da adaylığı yok. Biraz hakkı yenmiş gibi geldi, üzüldüm.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güçlü Kadın Şarkıları