Kitap vs Film: Kuyucaklı Yusuf




Ben Kitap vs Film: Kill Your Friends yazısını yazarken bunu bir seriye dönüştürmeyi düşünmüyordum ama denk geldiğinde de yapmamak için bir sebep göremiyorum. Aslında bundan sonra bunu düzenli yapmaya karar verdim hatta bir sonraki kitaba başladım bile. 

Bu sefer söyleyecek çok şey var, kitap özelinde ayrı, film özelinde ayrı küfürlerim var. İyi ki önce Kürk Mantolu Madonna kitabını okumuşum yoksa Sabahattin Ali maceram başlamadan biterdi. Neyse bunları yazı içinde konuşalım en güzeli.

Kitap, yetim kalmış Yusuf'un kaymakam tarafından evlatlık alınmasıyla başlıyor ve Yusuf'un şerefsiz, haysiyetsiz ve ahlak yoksunu bir boş beleş olması etrafında gelişen olayları anlatıyor.

KİTAP


Kitabın 1937 yılında yazıldığını ve 1913 yılını anlattığını her sayfada tekrar tekrar hatırlamanızda fayda var çünkü ancak böyle sakin kalabiliyorsunuz. Kitabın yazıldığı ya da anlattığı dönemin ahlak şartlarıyla değerlendirerek kendinizi teselli edebilirsiniz, aksi halde hikayede bir tane bile iyi karakter olmuyor, kalmıyor. 

Kitap anlatıcı bakış açısı yöntemiyle anlatılıyor yani biz herkesin aklından geçenlerini, niyetlerini, dönemin şartlarını ve her karakter hakkındaki bilgiyi tarafsız birisinden alabiliyoruz. Bu aslında okumayı en sevdiğim bakış açısı değil. Kill Your Friends incelemesinde de dediğim gibi ben hakim bakış açısını okumayı daha çok seviyorum ama bu hikaye için doğru bir seçim olmuş. Sadece Yusuf'un zihnini bilmek beni pek tatmin etmezdi çünkü zihninde çok bir şeyler olan, derinliği olan bir karakter olduğu söylenemez. Aslında bakarsanız çok derinlikli bir karakter de yok kitapta, bu yazar başarısızlığı mı yoksa hikayede geçen insanların sığlığı mı bilemedim. Kime, ne derinlik katılabilinirdi ki? Şahende paragöz, mevki düşkünü, para uğruna yapmayacağı ve yaptırmayacağı şey olmayan maddiyatçı bir kadın. Kaymakam okumuş etmiş, kendisini geliştirmiş, namuslu bir memur ancak evlilik hayatındaki sıkıntılarını alkol masalarında atmayı mantıklı bulmuş, ailesinden kopuk, biraz sorumsuz bir adam, Yusuf desen yani kitap özetinde yeterince kendisine sövdüğümü düşünüyorum ama en derinlik hissi boş beleşliğinin altında hayatı, hayat amacını, kabiliyetlerini sorgulayan bir karakter. Özellikle bizim nesilde ve sonrasında oldukça kafa kurcalayan bu düşünceler ise sadece bir kaç sayfa sürüyor. Keşke o şerefsizlikleri yapana kadar Yusuf'un bu tarafına daha çok özen gösterilseydi ancak yine hatırlatmakta fayda var ki bu kitap 1937 yılında yazıldı ve bu tarz varoluş sancıları o dönemin çok konusu değildi.

Kitapta iyi-kötü yok ama saf kötü var. Hilmi Bey ve oğlu saf kötü tarafı temsil ediyor ve en azından rolleri belli oldukları için aslında karakter olarak daha güzel kurgulanmış ve daha netler. Klasik anlatımda bir de karşılarında "iyi" olması lazım değil mi? Kim peki bu iyi? Yusuf mu? Kitabın en güzel tarafı anlatıcının asla bir tarafa iyi ya da kötü dememesi. Eğer Yusuf iyi kalpli, kahraman vs olarak gösterilseydi saçımı başımı yolardım. Peki Yusuf için arkasından ne söyleniyor dersiniz? "Türk Edebiyatı'nın en romantik karakterlerinden biri" ben böyle romantizmin içine sıçayım. Böyle bir romantizm yok. 

Öncelikle Yusuf'un evlatlık gittiği evde kendi büyüttüğü, abilik yaptığı kıza göz koyması, evlenmesi falan yani bunların normal adledildiği herhangi bir zaman olduğunu sanmıyorum. Zaten kitapta da bunun "normal" olmadığı hissediliyor çünkü Muazzez'i kaçırdığında geri dönmek istememe sebeplerinden birisi ayıplanma korkusu. Delikanlı, kabadayı, efe gezen Yusuf'un kendisinden yardım isteyen aileye bile bir hayrının dokunmayışı, zarardan başka kimseye hiçbir şey vermeyişi ama herkesten her şeyi isteyişi beni delirtti. Kötü olarak görebileceğimiz bütün karakterlerin bir amacı, doğru yanlış yaptığı bir şeyleri varken bu Yusuf sadece duruyor arkadaş ya, öyle mal gibi duruyor, safi zarar.

Kitap zaten çiğ süt emmişten geçilmiyor. En masum kişi Muazzez, o da 2 dakika önce "Abi" dediğine "Gel beni kaçır yiğido bak sana ne vericem." diyor. Ne biçim kasaba, ne biçim çevre burası? Mesela bir Ali var, efendi çocuk iyi çocuk ama arkadaşı babasının kumar borcundan dolayı kardeşini düşmanına vermek zorundayken gelip diyor ki "Parayı ben vereyim, kızı bana verin." şimdi iyilik mi yaptın sen allahın belası? 

Şahinde zaten üzerine sayfalar yazılacak kadar karaktersiz bir karakter. Uyuyan çocuğu uyandırıp ağlatıp sonra kendisini komşulara acındırması, maddiyatçılığı, çıkarcılığı, herhangi bir ahlaki değere sahip olmayışı... Tamam, para, parayı seviyorsun ama kızını da sırf para için satmazsın yani ama satıyor. Şahinde paranın nereden geldiğiyle bile ilgilenmeyecek kadar parayı seviyor.

Kaymakam iyi gibi görünüyor ama karısına davranışları, evliliğine bakışı falan bir tiksindiriyor. Sorumsuz, iradesiz, kaypak bir adam. Tek iyi tarafı döneminin çok ilerisinde bir anlayışa sahip olması, namuslu bir devlet memuru olması. Bütün olaylar zincirini salak bir kumar masasında başlatması tabii ki onu biraz daha az sevilen bir karakter yaptı. Bir de yıllarca oğlun bildiğin adam kızını kaçırmış, sana elin köylü çocuğuyla "Evlendik" diye haber yolluyor yani insan bunu nasıl bu kadar sakin, bu kadar olumlu karşılayabilir? 

Kitabın kendisine, edebi değerine falan hiç lafım yok. Bunların hepsi de yazarın içindeki pisliğin ürünü değil elbette, örnekleri hayatında görmüş ya da duymuştur ama yani bu kadar şerefsiz bir araya gelip nasıl buluştu ben onu merak ediyorum. Koca kasabada bir tane bile insan evladı olmaz mı ya? Köy düğününde, 100 kişinin önünde adam öldürüyorlar bir kişi bile çıkıp gördüğünü söylemiyor. Edremit Belediye Başkanı olsam kitabın yeni basımlarında adımızın geçmemesi için çalışırdım.

FİLM



Zaten o kadar bayılmadığım ve sinirle okuduğum kitabın uyarlamasını açıp izlemek baştan hataydı ama "Daha ne kadar sinir olabilirim ki?" diye düşündüm herhalde. Kitabın bitiminin üstünden bir gün bile geçmeden filmi de izlemek istedim. Sonuç? İzlemez olaydım.

Öncelikle uyarlama bir iş için harika bir girişe ve tekniğe sahip olduğunu söyleyebilirim. Kitabın sayfalarının geçişlerde kullanılması ve seslendirilmesi bence çok güzeldi ancak bu o kadar kötü kullanılmış ki her şey havada kalıyor.

Kitabın anlatıcı bakış açısı ile yazıldığını söylemiştim, bu uyarlamalarda işleri biraz zora sokar çünkü kitapta biz her şeyi biliriz. Kim ne düşünüyor? Niyeti ne? O iş neden öyle oldu? Dönemin şartları nedir? Bu gördüğümüz karakter kimdir? Karakterlerin arasındaki bağ nedir? İlişkileri nelerdir? Bunu kitapta vermek tabii ki çok kolay ama sinema öyle değil, sinemada dış ses kullanmadığınız sürece bunları senaryoya yedirmek zorundasınız. Peki yedirmişler mi? Yooo. Ne gerek var? Olan biten her şeyi göstermişler, bütün olayları çok güzel anlatmışlar sırasıyla ama içleri boş. Kitabı okumamış olsam ne olduğuna dair hiçbir fikrim olmayacaktı çünkü sonlara doğru artık olayları da kesmeye başladılar. 

Kim, neyi, neden yapıyor? Yaparken ne düşünüyor, ne amaçlıyor? bakın bu bilgileri geçtim, karakterin kim olduğu bile çoğu zaman filmde gösterilmemiş, verilmemiş. Kim o? Yoldan geçen bir insan mı? Akrabası mı? Geçmişleri ne? Bu kadar yarım yamalak, boş beleş bir iş yapılamaz. 

Daha önce bahsettiğimiz düğünde cinayet konusu mesela, kitapta bir bölüm tamamen bu konuya ayrılmış, soruşturma aşamaları anlatılmış, kimin kimden nasıl rüşvet yediği, kimin nasıl sindirildiği uzun uzun anlatılmış. Bu cinayet konu içerisinde önemli bir yer tutuyor. Öldürülen kişi, Muazzez'in evleneceği Ali, öldüren Muazzez ile evlenmek için kaymakama kumar tuzağı kuran adamın oğlu Şakir, Şakir ve Yusuf düşman. Ayrıca bu ailenin ne kadar güçlü olduğunu, neler yapabildiğini, isterlerse hem paralarıyla hem tanıdıklarıyla nelerden sıyrılabileceğini, nelere güçlerinin yettiğini çok net anladığımız ve gördüğümüz olaydı. Şahinde'nin neden bu aileye kızını gelin vermek istediğini de çok iyi anlıyorduk. Peki bu olay filmde nasıl işlendi? Cinayetten sonrası bakkalda 15 saniyelik "Şakir beraat etti" sahnesiyle. Tamam ama nasıl etti, komutana 2 kese altın verdiler evet ama şahitleri nasıl tehdit ettiler, nasıl şahitlere para verdiler? Yok.

Yusuf, Müzeyyen'i kaçırmaya geliyor arabayı nereden buldu yok? Bir sonraki sahnede kitapta olmayan saçma sapan bir sevişme sahnesi var ama kaymakamın evlendiklerini nasıl öğrendiği yok. Adama malum mu oldu da gitti buldu çocukları? 

Bunun dışında özellikle başlarda bütün diyaloglar satır satır, kelimesi kelimesine kitabın aynısı. Bu tarafı hoşuma gitti. 80'li yıllarda çekilen bir iş olmasına rahmet 1910'lu yılları anlatan kitabı gayet de güzel canlandırmışlar dönem ruhu olarak. Zaten nedense 80'ler Yeşilçam'ı o dönemlere pek bir meraklıydı. Hatırlarsanız Süt Kardeşler, Şabanoğlu Şaban, Tosun Paşa gibi pek çok efsane film de o dönemleri anlatır ve bunda da oldukça başarılıdır. İşin sanat kısmında hiçbir sıkıntısı yok. Kostümler, makyajlar, dekorlar gayet döneme ve kitaba uygundu. 

Oyunculuklar ortalamanın biraz üzerinde ama şahane de değil. Özellikle Muazzez'i canlandıran ve o zaman 17 yaşında olan Derya Arbaş'ın oyunculuğu çok çiğ ama role çok yakışmış. Yusuf'u canlandıran Talat Bulut ve kaymakam rolünde Ahmet Mekin gayet başarılı ancak başrollere gösterilen özen yan rollerde gösterilmediği için her sahnede sırıtan bir kaç kötü oyuncu izleme keyfini oldukça düşürüyor. 

Her ne kadar çok sövmüş olsam da izlemek isterseniz film Youtube'da var. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güçlü Kadın Şarkıları