Neden Sinemaya Gitmiyoruz?

"Bilet fiyatları çok pahalı!", "Avm dışında sinema kalmadı.", "Sinema bileti pahalı diyorlar ama şuna buna para veriyorlar.","Evde izliyoruz zaten ne gerek var?"

Twitter'ı bıraktım malum ama Twitter'daki tartışmalar bazen Instagram'da da karşıma çıkıyor ve Instagram, Twitter gibi cevap verebileceğiniz bir yer değil. Yiğit Güralp'in Twitter'da yazdıklarını Instagram storysinde paylaşmasıyla içine daldığım tartışma bir yerden sonra story cevaplarıyla saçma bir hal aldı. Dedim, "Eee benim kapı gibi bloğum var, neden sırf konuşmak için Twitter'a döneyim ki?" ☺



Önce klasik argümandan gidelim; Bilet fiyatları pahalı. Bilet fiyatları pahalı değil aslında ama bir fiyat/performans denkleminde "Her film bu fiyatı hak eder mi?" sorusu var. Özellikle komedi kategorisi bunun kör kuyusu. Boxoffice Tüm Zamanlar listesinde Türk Filmleri kategorisine girdiğinizde ilk 10 filmden sadece 3 tanesinin komedi olmadığını görürsünüz, ilk 20 filmden 13'ü komedi. Yani Türk insanı en çok bileti komediye alıyor ama komedi öyle bir tür ki kötüsü iyisinin tadından yenmez, kötüsü hiç çekilmez. En çok parayı kazanan türde iştahı kabaran paragözler o kadar berbat işler çıkarttı ki seyirci soğudu. Bu "tutan bir furyada çok film çıkartma" iştahı daha sonra askeri filmlerde de devam etti. Yani sinema sektörümüz çok seyirci çeken bir türü görüp onun cılkını çıkarana kadar iyi-kötü demeden film çıkartmak üzerine kurulu. Bu da bir yerden sonra seyirciyi uzaklaştıran bir yöntem.

Peki Amerika'da çıkan bütün filmler şahane mi? Orada neden insanlar sinemaya daha çok gidiyor? İnsanların yanılgısı da burada başlıyor. Türk insanı zaten sinemaya gitmiyor. En çok izlenen filmin gişesi 7.4 M, 80 milyonluk nüfusun çıkarttığı en yüksek izlenme sayısı bu. Zaten yapımcıların psikolojik sınırı da 5 milyon, 6 milyon değil, 1 milyon. 1 milyon gişe yapan kendisini başarılı görüyor.

Seyircinin "Para vermeye değer" kriterleri nelerdir acaba? Öncelikle para verdiği filmde sevdiği kişileri görmek istiyor yani Türk seyircisi aslında konusuna, kalitesine, tekniğine vs. bakmadan önce perdede kimi göreceğine göre para veriyor. Yine Boxoffice Tüm Zamanların Türk Filmleri listesine bakalım; İlk 10'da 3 Recep İvedik filmi, 2 Düğün Dernek filmi var. Listede yer alan Arif v 216 da hem G.O.R.A serisinin son filmi hem de listedeki diğer bir film olan Aile Arasında gibi kadrosunda ünlü oyuncuları toplamış bir film. Bu iki filmin bir diğer özelliği de yaratıcılarıyla birlikte öne çıkmaları. Bir tanesi Cem Yılmaz filmi bir tanesi ise özellikle televizyon seyircisinin çok sevdiği Gülse Birsel'in. Yani insanlar biraz garanti olarak gördükleri işleri tercih ediyor. Burada ünlü oyuncularla film çekmekten bahsetmiyorum, kadrolaşmış ya da tek başına ortaya koyacağı işin nasıl olabileceği hakkında herkesin fikir sahibi olduğu işlerin daha çok izlendiğini söylüyorum ve aslında baktığınızda çok ünlü oyuncuların filmleri listede kendisine fazla yer bulamıyor. Cem Yılmaz dışında bu filmlerde yer alan bütün Türkiye'nin bildiği, sevdiği, bayıldığı, ölüp bittiği insanlar yok ama hem Arif v 216, hem de Düğün Dernek farklı projelerde de birlikte çalışan iki ekibin işi. Şahan Gökbakar ise sadece Recep İvedik filmleriyle listede, diğer filmleri ilk 20 içinde yok. Gülse Birsel ise ilk sinema işinde televizyondan topladığı güveni salona yansıtmış. Listede yer alan ve bu kurallara hiç uymayan bir iş var; Ne yapım ekibi/senaristi çok biliniyor, ne kadrosunda tanıdık isimler barındırıyor. O da Fetih 1453. Konusuyla belirli bir kitleyi zaten çekebilecek bir filmdi, ben de sinemada izlemiş ve çok keyif almıştım. 18,2 milyon dolarla listedeki en yüksek bütçeli film. Listede kendisine en yakın bütçe 9 milyon dolarla Arif v 216. Tabii bunlar bütçe bilgisine ulaşabildiklerim ve tahmin ettiklerim. Listedeki diğer 2 film ise işleri biraz daha karıştırıyor. Ayla filmi ile çok fazla seyirciye ulaşan Mustafa Uslu, bu dalgayı Müslüm'le de sürdürdü. Ayla filminin yarattığı güven duygusunu Müslüm filminde fazlasıyla sömüren yapımcı sonraki işlerinde de bu garanti hissi artık adından çok kullandığı "Ayla ve Müslüm'ün yapımcısı" sıfatıyla sürdürmeye çalıştı ancak bu iki iş dışında diğer filmleri aynı başarıyı gösteremedi. Muhtemelen hakkındaki eser hırsızı sıfatı, çok kısa bir süre içerisinde bir türü sömürmeyi abartması seyirci kaybında etkili olmuştur.

Sonuç olarak Türk sinema seyircisi yeni bir şeyler izlemek, keşfetmek yerine nasıl bir şeyle karşılaşacağı konusunda daha çok fikir sahibi olduğu filmleri tercih ediyor. Bu da aslında bir kısır döngü yaratıyor. Aynı ekiplerin filmi izlendikçe bu ekipler daha çok film çıkartıyor, film alternatifleri bu ekiplerin işleri arasında oluyor ve daha sonra da "İzlenecek bir şey yok, hep aynı şeyler." diyerek sinemadan soğuyor. Burada yine bilet parası devreye giriyor aslında. Para ve zamanını verip risk almak istemiyor, dolayısıyla yeni bir şeyler denemekten çekiniyor ve keşfedemiyor. Yine listede ilk 10 filme baktığımızda aslında çoğunun televizyondan bir kitle kazandığını görebiliyoruz. Televizyonda izlediği, beğendiği kişilerin sinema filmlerini daha çok tercih ediyor çünkü 20-30 TL verip sonunda mutsuz olmak istemiyor.

Bilete pahalı diyorlar ama şuna buna para yatırıyorlar. Evet, çünkü para yatırdıkları şeylerin karşılığında beklediklerini alıyorlar. Mesela en son gördüğüm (Yine Yiğit Güralp'in storysinde) "Sinema biletine pahalı diyorlar ama 100 TL'ye MinyonFest bileti alıyorlar." çünkü o 100 TL ile ne alabileceğinin farkında. Öncelikle 3 günlük bir çadır tatili yapacak, denize girecek, sosyalleşecek. Sonra bir de üzerine bu 3 gün boyunca çok sevdiği müzisyenleri dinleyecek, konserlere katılacak. Yine işin içine fiyat/performans denklemi giriyor. Festivalle değil de bir kafeyle, lokanta ile kıyaslamak bana daha mantıklı geliyor ki Yiğit Güralp öyle yapmış. Bilet fiyatlarını ben de pahalı buluyordum onun açıklamasına kadar. Bugün herhangi bir yerde yediğiniz bir yemek, içtiğiniz bir kahve ile bilet aynı para aslında. Bize neden bu kadar pahalı geldiğini düşündüğümde ise bambaşka bir şey fark ettim. Bir diğer kriter; "Sinemada izlemeye değer mi?" burada işin para ile hiçbir alakası yok aslında. Yüksek bir kalite beklentisinden de öte başka bir şey var; Merak. Yani o filmi televizyona ya da dijital platformlara düşene kadar bekleyememe. Komedilerin bu kadar fazla izlenme sebebinin de biraz bu olduğunu düşünüyorum çünkü komedi filmleri halk arasında en hızlı yayılan ve insanların geri kalmaktan en çok çekindikleri tür. Filmlerdeki esprilerin günlük hayata girişi çok hızlı ve insanlar birinin yaptığı film göndermesini anlamadığında kendisini çok geri kalmış hissediyor. Bu yüzden de bu filmlere daha çok gidiyorlar. Bunun diğer türlerdeki karşılığı ise spoiler yeme korkusu. Marvel'ın diğer filmleri Avengers kadar gişe yapamaz çünkü Avengers filmleri her zaman daha çok sürprize sahiptir. Endgame için geri sayım yapma sebebim filmin kendisine kavuşmaktan çok kimseden spoiler yemeden izleyebilmekti. Bunun dışında izleyen arkadaşlarımla sohbetten geri kalmamak da bir etken.

Sinemada izlemeye değer diğer filmler de evde izlendiğinde aynı keyfi vermeyeceği düşünülen büyük bütçeli yapımlar. Sinemanın ses ve görüntü kalitesi evde ulaşılabilinir değil. Marvel filmlerini, Star Wars filmlerini, çok tercihim olmasa da Hızlı ve Öfkeli serisini sinemada izlemek bir sanatsal etkinlikten çok daha fazla anlam içeriyor. Dolayısıyla orta bütçeli bir film beni sosyal olarak çok da geri bırakmayacaksa Netflix'e ya da diğer platformlara gelene kadar bekleyebilirim. Bunu bazen konusunu çok beğendiğim ve izlemek için sabırsızlandığım işlerde de yapıyorum. Burada da aslında sinemayı bitireceği konuşulan ve insanların sinemaya gitmeme sebebi olarak görülen başka bir konuya geliyoruz; Dijital platformlar. Öncelikle şunu baştan söyleyeyim dijital platformlar sinema seyircisini engellemiyor, sadece yasal olarak izlemesini sağlıyor. Netflix'ten önce internete düşmesini beklerdik, şimdi Netflix'e düşmesini bekliyoruz. Yani tavrımız aslında aynı, sadece bunu artık yasal olarak yapabiliyoruz. Burada Netflix'i düşman ilan etmenin çok bir anlamı yok hatta buna yasal bir zemin hazırladığı için teşekkür bile edilebilinir.

Beni sinemaya gitmekten alıkoyan başka bir konu ise vizyonun çok hızlı değişmesi. Mesela bir film çıkmadan önce fragmanına denk gelmişim, beğenmişim ve vizyona girdiğinde gitmeyi düşünüyorum ama vizyon tarihini unuttum ve aklıma geldiğinde vizyondaki 2. ya da 3. haftası olduğu halde seans bulamayabiliyorum. Özellikle çok çok seyirci çekmeyen filmlerde bu çok fazla yaşanıyor. Ya uzak bir lokasyonda ya da çok uygun olmayan bir saatte gösterime devam ediyorlar. Filmin vizyon tarihi 3. haftayı geçtiyse bazen seans bile aramıyorum nasılsa yoktur diye ve iş yine dijital platformları beklemeye kalıyor. Her Cuma günü vizyon o kadar hızlı değişiyor ki önceki hafta 10 salonda olan film cuma günü 1 salona düşebiliyor ve bunun takibini yapmanız çok zor, aynı durum çok fazla seyirci çeken filmlerde de var bazen bilet bulamayabiliyorsunuz. Ayla filmini izlemek için 3 kere sinemaya gittim ve her seferinde yer bulamayıp başka filmler izledim ☺Artık Eskişehir'de yaşadığım için sinema salon alternatiflerim daha da düştü dolayısıyla yıl içinde izlemek istediğim pek çok filmi kaçırıdım. Bir kısmı burada hiç gösterime girmedi bile. O sırada salonları domine eden yüksek bütçeli bir film varsa çeşitlilik iyice azalıyor. Sinema salonları bir çok salonunu aynı filme ayırıyor ve o film de ilginizi çekmiyorsa bir alternatifiniz kalmıyor sinemaya gitmek için.

Tabii son olarak bir de sinema salonlarımız var. Amacının film izletmek olduğunu unutup mısır yemeğe gidiyoruz sanan canım sinema salonları. Burada da büyük bir kısır döngünün içindeyiz aslında. Ben bu salonları seviyorum çünkü bağımsız salonlardan çok daha rahat, çok daha kaliteli bir hizmet alıyorum dolayısıyla da bu salonları tercih ediyorum pek çok insan gibi ama biz bu salonları tercih ettikçe bağımsız salonlar bir bir kapanıyor, bağımsız salonlar kapandıkça bütün film seçeneklerimiz bu grubun paşa gönlüne kalıyor, sonra da istediğimiz filmler buralarda yok diye sinemaya gitmiyoruz. Elindeki salon sayısı ve seyirci gücüne rağmen hala çok ödlek davranan ve tamamen garanti işlerin peşinden giden salonlar düzenli sinema izleyicisi olabilecek kişileri de uzaklaştırıyor.

Kabul edelim ki sinema bizde oluşmuş bir kültür değil yani aileden vs aktarılabilinecek bir şey değil henüz. Dolayısıyla sektör kendisine yeni müritler yaratmak zorunda bu film yapım tarafı için de salon için de geçerli. Hele ki yeni neslin karakteristik özellikleri düşünülürse işiniz çok daha zor. Dünyayı takip eden, zor beğenen, keyfine düşkün, kalite arayan, samimiyetsizliği hemen fark eden bir nesil var karşınızda bu yüzden hem çok iyi filmler çıkartmak zorundasınız hem de bu iyi filmleri iyi şartlarda izletmelisiniz. Burada çok iyi filmden kastım yüksek bütçeli, görsel efekt yüklü filmler değil sadece. İzleme kültürü Youtube ile şekillenmiş bir nesilden bahsediyoruz aslında görüntü kalitesinden çok içeriğe daha çok bakan bir nesil. Hayatlarından televizyonu çok daha erken çıkarttıkları için yakalanması da zor bir nesil. Hepinize şimdiden kolay gelsin.

Bu arada bir sinemaya gitmeme sebebi daha var ki bu konuda hiç kimse hiçbir şey yapamaz.  Halkımız Sinemada Film İzlemeyi Bilmiyor (Ve Öğrenmeye De Gram Hevesi Yok)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güçlü Kadın Şarkıları