Nasıl da Bıraktım Seni Ama Twitter


10 yıl önce daha buralar dutlukken, Ömür Özdemir daha CeriLevis bile değilken, her güne bir komikli tweet hesabıyken, 100 fav alan fenomen sayılır gazetelerde "Haftanın komik tweetleri" köşeleri varken girdiğim canım, ciğerim, biriciğim Twitter'ı yaklaşık 1 ay önce bırakma kararı aldım ve ben de aşırı şaşkınım ki bu kararı baya baya uyguladım.

Beni son 10 sene içerisinde tanıyan herkes büyük bir Twitter bağımlısı olduğumu bilir. Bu onları da baya şok etti. O gün tam olarak neye yükseldiğimi ve böyle bir kararı aldığımı bile hatırlamıyorum aslında zaten öyle anlık bir karar da denemez bir nevi birikim çünkü Twitter artık benim bağımlısı olduğum, aşığı olduğum platform değil, son 3 yılda geçirdiği değişim benim açımdan çok hazmedilebilinir değil.

Kararı almamdaki en büyük etki en karanlık distopya kurgumda bile var olduğunu hayal edemeyeceğim insan topluluklarıyla yüz yüze gelmekti. Bir kaç tane böyle grup var ve ben gerçekten böyle insanların nefes aldığını öğrenince baya büyük şok yaşadım.



Bunlardan birincisi sıfır merhamet sıfır vicdan ölümüne vahşet grubu. Bu grubun yaptığı her şey bir şekilde internette ya da televizyonda önümüze düşüyor aslında ama bunu haber yaparken sansürden geçmesinin önemini ben Twitter'da sıfır filtrelemeden sonra anladım. Bir anda önünüze bağırsakları deşilmiş bir kedi, kafası koparılmış bir köpek, gözü oyulmuş bir bebek fotoğrafı düşebiliyor. Bunu yayanların amacı tam olarak ne bilmiyorum ama 24 saatimin en az 10 saatini geçirdiğim siteye girip böyle bir şeyle karşılaşmak istemediğimden eminim. Bu kategori diğerlerinden farklı olarak direkt mensup grup tarafından değil aksine bunlara karşı çıkan sözde duyarlı insanlar tarafından gözümüze sokuluyor. Ben neden aynı ülkede yaşadığım birinin böyle şeyler yapabildiğini her gün ama her gün hatırlamak zorundayım?



İkinci grup ise görenleri hayrete düşüren, şaşkınlık sınırlarımızı zorlatan beyinsiz sürüsü grubu. İnsan gerçekten hayret ediyor. Bu zeka ile bu yaşa kadar nasıl yaşayabildi, bu insan bir yerlerde çalışıyor ediyor, bunun çoluğu çocuğu var ama aslında olması gereken bir aşamada nefes almayı unutup boğularak ölmesi. Hayatta kalma içgüdüsü ile yaşamına devam edebilmiş ve kalkıp o kafatasının içerisinde beyninin bıraktığı boşlukta savrulan fikirleri falan size söyleyebiliyor çok enteresan. İşin kötü tarafı kendilerinden de aşırı eminler ve baya size salak diyebiliyorlar. Örneklere geçmeden şunu hemen ekleyeyim bu konular herhangi bir görüş ayrılığı yaratmayacak, üstüne tartışmanın bile gereksiz olduğu şeyler. Misal; Evrim. Nasıl ki bir insan "Ben yer çekimini kabul etmiyorum." ya da "Bence suyun kaldırma kuvveti yok." dediğinde üstüne koca bir kırmızı mühürle "BEYİNSİZ" yazılması gerekiyorsa evrimde de aynı şey söz konusu olmalı ama hala görüş ayrılıkları vs vs var diyelim peki, tamam sen inanma ama bu kadar kalkıp "Bütün dünyada bilim insanları evrimin olmadığını kanıtladı." gibi Adnan Hoca bilgisiyle evrim tartışacaksan öncelikle o dondurucudaki beynini bir yerine tak. İnsanlar baya baya nereden edindiği bile belli olmayan, oradan buradan duydukları bilgileri hayatın gerçeği sanıyor, üstüne sorgulama ya da bir açıp bakma siktir ettim sorgulamayı doğrulama gereği bile duymuyor. "Dünyanın hiçbir döneminde cahil insan yoktur" diye bir iddiam yok, böyle bir şey mümkün değil zaten ama benim hatırladığım eskiden cahil, cahilliğini bilirdi. Bu çoğu zaman kızdığım bir şey olsa da "Biz cahilik bilmeyik" deyip susabiliyordu. Şu an cahil yok herkes alim ne kadar da mükemmel bir bilgi çağındayız.



Üçüncü grup hala çok kurtulamadığım aşırı duyar grubu ki bu da maalesef çağımızın hastalığı. Herkes çok hassas, herkes çok kırılgan, herkes sevgi pıtırcığı. Köpeğimle çektiğim bir komik videonun altına "Köpeğe psikolojik şiddet uyguluyorsun."lardan "Köpeğin senden nefret ediyor"lara, "Köpeğin orada pati vererek şunu anlatıyor"dan, "Köpeğini kullanıyorsun"lara bir sürü yorum geldi. Ya komik video işte gül geç, videoda şiddet yok, şiddet odaklı eğitimle öğretilmiş bir şey yok, her gün evde yaptığımız binlerce geyikten biri, o sırada canım çekmek istemiş çekmişim. Allahtan benim takipçi sayım az bir videom bir kaç ünlünün retweetlemesiyle patlayıp Onedio'lara düştü de az duyarla atlattım ama duyar bana yapılmadığında da benim sinirimi bozabiliyor. Pucca'nın çocuğu olduktan sonra yediği her duyarı böğrüme saplanmış hançer gibi okudum, sevdiğim pek çok kullanıcı ya da ünlü için aynı şeyleri hissettim aslında bana ne? Muhtemelen söylenen kişi benim kadar dert etmemiştir içine ama şöyle bir sıkıntı var burada da; Biz "Bunda duyar kasacak ne var yhaa" deyip herhangi bir şey yazmadan etmeden olaya dahil olmadığımızda sadece duyarcı tayfa dikkate alınıyor ve iş "büyük skandal"a dönüyor. Oysa ki duyar kasanlara "Sen ne konuşuyon lan değişik" dendiğinde iş "ikiye böldü" oluyor. Haber dilini bile etkileyen bu durum aynı zamanda sevdiğim birine yapıldığında bir nevi ona destek çıkma ve "Herkes bu mallar gibi düşünmüyor, üzülme" deme şeklim.


Bir diğer çıldırtan grup ise sebepçiler. Bakın aynı insan, hiçbir farkı yok girin tweetlerine eskiye biraz gidin bu sebepçilerin aslında beyinsiz sürüsü grubuna da dahil olduğunu göreceksiniz. Yani iş evrime, bilime, yaradılışa ya da ne bileyim herhangi bir başka din-bilim çelişkisine geldiğinde sorgulamayı, araştırmayı aklından geçirmeyen bu dallamalar iş kadın tacizine gelince bir sorgulayıcı oluyor, bir sebep sonuç ilişkisi arıyor aklınız uçar. Metrobüste üzerine boşalan adamı ifşa eden kadının videosuna "Neden videonun öncesi yok." yazmalar mı istersiniz, Şule Çet davasında "Orada ne arıyormuş?" diyenler mi istersiniz, iş mağduru sorgulamaya gelince bunların bütün bilinç açılıyor bir anda. İşte olan bilinç de ancak bu soruları üretecek kadar.



Varlığı her zaman içimizde, hiçbir zaman kaçıp kurtulamadığımız ahlakçı tayfa ise beni her alanda en delirten insanlar. Geneli ayrı bir konu, belki bir gün çok çok sinirlenip onu da yazarım ama Twitter'daki ahlakçı tayfa insanı canından bezdiriyor. 23 Nisan'da gösteri yapan çocukların kıyafetinden başarlar sorgulamaya, o neden onu yemiş, o neden evli biriyle berabermiş, o onunla evli miymiş yoksa neden beraber yaşıyormuş. Koca bir mahalle teyzesi topluluğu. Dayanılır gibi değil. İnsanlar bu teyzelerden kurtulmak için ev satıyor, ailesinde varsa ilişkisini kesiyor, anası babasıysa kurtulmak için şehir değiştiriyor hatta evlenen var. Biz sizin ahlak bekçiliğinizle uğraşmak zorunda mıyız peki? Sizin iki dakikalık ahlak duyarınız bir çok insanın hayatını karartıyor. Özellikle LGBT'ye karşı Twitter'da büyük bir nefret var. Evet, LGBT'ler günlük hayatta da çok kolay bir yaşam sürmüyor ya da sevgiyle karşılaşmıyorlar ama karşısına çıktığında iki laf etmeye götü yemeyen internetten sınırsızca sallayabiliyor. Bu ahlakçı tayfanın kaç insanı intihara sürüklediği ise sürekli ıskalanan bir gerçek oysa ki bariz bir şekilde odanın ortasında fil gibi duruyor. Sanal zorbalığın en büyük neferlerinin bütün iğrençliklerini biraz daha az görebilmek için Twitter'ı kapatmak çok doğru bir tercih oldu.



Şimdi bu aşamada şöyle bir soru geliyor karşıma; "Eee bu insanlar özel üretilmedi, bu insanlarla aynı ülkede hatta belki aynı şehirde yaşıyorsun. Var olduklarını bilmediğinde yok mu oluyorlar?" Yok olmuyorlar ama varlığı da beni etkilemiyor. Sosyal medya ve sosyal yaşam arasındaki fark da bu. Zorunlu iletişiminiz sosyal yaşamda daha sınırlı. Benim sosyal yaşam alanım daha da rahat çünkü benim zorunlu bir sosyal iletişimim yok. Bu insanları bile isteye hayatıma sokmadığım sürece mallıklarından haberdar olmak zorunda değilim. Ne akrabam olduğu için hee hee deyip geçmek gibi bir yükümlülüğüm var ne iş yaşamında çekmek zorundayım. Hadi diyelim ki iş arkadaşlarınız arasında bu gruplardan insanlar var yine dinlemek zorunda değilsin. Hadi ortak alan, konuşuyor boş boş diyelim cevabını verip yerin dibine sokabilirsin ama sosyal medya böyle değil. İstediğin kadar sert bir cevap ver karşındaki hala seni göt ettim diye tweet atabilir çünkü onun moraran suratını kimse görmüyor. Sosyal yaşamda hayatına bu kadar hızlı devam edemezsin. Kimse o kadar iyi oyuncu değil.


Peki Twitter'dan sonraki hayatım nasıl ilerledi biraz da bu boş konudan konuşalım. Twitter'ı bıraktım ama Tweet atmayı bırakamıyorum. Instagram Story kısmım yazı hikayeleriyle dolu. Çok dolarsam buraya yazıyorum bir nevi gazımı alıyorum. Zaten blog yazmayı da Twitter'dan sonra bırakmıştım çünkü anlık olarak yazmak istediklerimi tweet atıyordum ve blog yazısına bir şey kalmıyordu. Yazma eğlemi bende bir nevi içini dökme, zehrini akıtma olduğu için blog yazmayı baya baya bırakmıştım. Artılarından biri bu oldu diyebilirim, tekrar blog yazmaya dönmek güzel. Daha çok dışarı çıkıp daha çok dizi, film izliyorum aslında kullanırken bu kadar zamanımı aldığının farkında değildim ama durdurup durdurup girdiğim muhabbetler ortadan kalkınca 15 günde 4-5 dizi izlemiş bulundum. İşin okuma kısmını da kitaplara verdim. Her sene "Bu sene şu kadar kitap okuyacağım" hedefleri hep hüsranla sonuçlanırken bu sene olacak gibi. Moralim sürekli yüksek çünkü kişisel hayatımda bir şey yaşamadığım sürece modumu düşürecek herhangi bir şey yok bu da dışarı çıkmamı etmemi daha çok etkiliyor diyebilirim. Sosyal medyanın depresyona sürüklediğine dair araştırmaları da böylece kendimce kanıtlamış oldum.



Twitter'ı bırakmaya gelince, size de tavsiye ederim. Azaltılacak ya da kullanımı sınırlandırılacak bir şey değil çünkü, gördüğünüz şeyler ya da size gelen cevaplar gününüzü etkiliyorsa ya da daha kötüsü ruh halinizi, ruh sağlığınızı etkiliyorsa hiç "Ölene kadar buradayım" deyip takılmayın. Salın gitsin. Alternatifleri de var tabii ki mesela kesinlikle kilitli hesap kullanın, takipçi sayısı 2 bini geçtikten sonra işler boka sarıyor.

Bir bağımlının kurtulma sürecini okudunuz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güçlü Kadın Şarkıları