Kimler Geldi Kimler Geçti

Sanırım her şey birbirini takip eden tesadüfler zincirinin sonucu. Bir anda hiç aklımda yokken çocukluk arkadaşım Doğan'ın "Hadi gel buluşalım" demesiyle başladı bence. İki fil hafızalı çocukluk arkadaşının bir araya gelmesi demek uzun sürecek bir nostaji rüzgarının başlangıcı demektir. O gece o kadar geriye gittim ki bildiğin 7-8 yaşlarıma döndüm. Sadece 90'lar müziklerine sardığımızda aklıma gelen ufak tefek şeylerin daha da derini.



Doğan'ın yatakta kendine yer açmak için yatağın üstüne yığdığım her şeyi yere atmasıyla devam etti süreç. Bir dosya poşetinin içine konulmuş bir sürü kağıt. Ne olduklarını biliyorum ama bir gün bile açıp okumadım. Mardin'e taşınacağım zaman hepi topu 13 kişilik sınıfımdaki herkesin bana yazdığı mektuplardı. Önce Batuhan'ın mektubunu buldum. Danslarımızdan bahsetmişti. O zaman Buzda Dans yarışması vardı ve biz özellikle kayan ayakkabılarla okula gelip fayans üstünde dans ederdik. Hatırladığım kadarıyla da gayet iyiydik bu konuda. Batuhan'ın beni çekme beni çekme nidaları olmasaydı elimde videoları da olabilirdi. Sonra diğerlerini okumaya başladım. Hepsi hemen hemen aynı şeyleri yazmış benimle ilgili, zaten çevremdeki herkes benim için aynı şeyleri söyler. Aynı zamanda da beni hiç unutmayacaklarından, bunun geçici bir ayrılık olduğundan ve günün birinde tekrar buluşacağımızdan da bahsetmişler. Şimdi kaçıyla görüşüyorum o sınıftan? Tek bir kişi.

Hadi bunlar her hatıra defterinin içinde olan şeyler, hepimiz böyle sözler söyleyip şimdi çoktan unuttuk değil mi? Sonra onun mektubunu buldum, tam 4 sayfa. Dünya yıkılsa yanımda olur, yanında olurum dediğim kişi. Mardin'deyken her gün arayıp saatlerce konuştuğum, orada gülmemi sağlayan tek kişi. Her ağladığında ilk beni arayan, mesafeyi siktir ettirip hep yanında olduğumu hissettirdiğim kişi. Hatırlıyorum, benden sonra sınıfta ağır bir gruplaşma olmuştu ve bu hatun yediği bir boktan dolayı sınıfın nefret ettiği kişi olmuştu. Yaptığı şey gerçekten ağırdı ama ona laf edebilecek tek bir kişi vardı. Bambaşka ve alakasız birinin ona saldırdığını öğrendiğimde Mardin'den saldıran kızla konuşup durumu kontrol altına almıştım.

Ailesi tam psikopattı kızın ve benim için tek çözüm ikimizin İstanbul dışında bir üniversiteyi kazanıp beraber aynı şehirde olmamızdı. Planımız Akdeniz Üniversitesi'ni kazanmaktı. Hem Erasmus programı, hem ikimizin de bölümleri içinde iyi bir üniversite olması, hem de İstanbul'a uzak olması yeterliydi. 4 yıl ailesinden uzakta yaşayınca artık onların baskısından kurtulacak ve kendisi olabilecekti. Bu arada ben İstanbul'a iki saatliğine de olsa gidebilmek için canımı verecek durumdayım ama onun için 4 yıl İstanbul'dan uzak kalabilirdim.

Hiç hatırlamadığım bir sebepten küstük, en son bütün sınıfı facebook'undan silmişti, ben de dahil tabii ki. Konuyu hatırlamıyorum ama bunlara değmeyeceği kesin. Geçen ay metrobüse giderken onu gördüm, o beni görmedi sanırım. Ben arkasından gidip sıkı sıkı sarılmak istedim ama bir yandan da koşarak uzaklaşmak istedim. İkisini de yapmayıp yoluma devam ettim sadece. Sonra yine unuttum ve bugün mektubu çıktı karşıma.

Bir de 2006 yılında doğum günümde annemin bana aldığı video kameradan çıkan kasetler var tabii. Onları bulmamla hepsini tek tek izlemem bir oldu. Mardin'den tatile geldiğimde çektiğim görüntüler. Can, Ozan, Çağrı ve bir sürü kişi var masada. Üçüyle hala görüşüyoruz da o zamanlar gibi değil tabii ki, hiçbir şey o zamanlar gibi değil zaten, biz de. Gençmişiz, yaşlanmışız muhabbeti değil de bir şey var ve bu kesinlikle olgunlaşma falan değil, bildiğin iç çürümesi. Hala eğleniyoruz, gülüyoruz, beraberiz ama bir şeylerin tadı kaçmış gibi. Mıhtar'ın dediği gibi; "Biranın gerçekten tat verdiği zamanlardı."


Bir de geçen gün birden bire aklıma gelen Burak var, bir kaç ay önce Suriye sınırına tayini çıkmış. Patlayan bombalar ve hendekteki askerleri çektiği fotoğraflar... Aklım o andan beri onda, şu an iyi mi, birazdan bir şey olur mu. Bildiğin yüreğim ağzımda yaşıyorum ki bu adamla da nereden baksan 6-7 aydır hiç görüşmüyoruz, baya sildik engelledik falan. Birilerini geride bırakmak tamam da geride bıraktıklarının iyi olduğunu bilmek istiyor insan.

Bugün ayın 8'i, Eşref terhis oldu. Bir kaç ay önce hayatımın aşkı olduğuna emin olduğum adamdan bugün haberim yok. Görüştüğümüzde nasıl davranıcaz, ne konuşucaz ya da ben ne söyliycem hiçbir şey yok kafamda. O kadar çok gidenim var ki, Eşref'in gitmesine bile şaşırmıyorum artık.

En kötüsü de insan alışıyor, bugün canımın içi, ciğerimin köşesi dediğin insana yarın yabancı oluyorsun ve bu bana artık koymuyor. Aslında bu aralar kendimle ilgili en büyük derdim de bu alışmalarım sanırım. Her şeye o kadar alışmışım ki artık hiçbir şey hissetmiyorum kimseye karşı. Nefret, kin bile olsa bir şey hisset lan. İnsan olduğumdan şüphelenmeye başladım, robot gibi hissediyorum kendimi. Günlerdir ciğerlerim parçalanana kadar ağlamak istiyorum, ne varsa döküp rahatlamak istiyorum ama yok, ağlayamıyorum. Bir ağlasam hem hala bir şeyler hissettiğime hem de içimi döktüğüme o kadar sevinicem ki. Sanırım şarkıda da dediği gibi "Böyle bomboş hissetmektense acı çekmeyi yeğlerim"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güçlü Kadın Şarkıları